benzeri görülmemiş fırsatlar | unprecedented opportunities |
Schengen bölgesi içinde | within Schengen area |
dışında | except for |
çok daha küçük bir yapı | a far smaller structure |
işlevsiz aile | dysfunctional family |
zorunluluk | imperative |
çekişmeli bir konu | a contentious issue |
Avrupa'nın nihai sınırları | ultimate boundaries of Europe |
gelecekteki genişleme | future enlargement |
-ması durumunda | in case of |
-nın yanısıra | as well as |
insanları bir şeyler yapmaya yönlendirmek | to lead people to do something |
muazzam bir şekilde- son derece | immensely |
yoğun bağlılık-kendini adama | intense devotion |
istikrarlı bir şekilde | steadily |
belirsizce | ambiguously |
sadece rahat hisset | just feel relaxed |
orta derecede | moderately |
ormanların tükenmesi | depletion of forests |
su bolluğu | abundance of water |
fazlalık | redundancy |
yeme bozukluğu | eating disorder |
yeni bir hastalık | a new disease |
iyi hissetme hissi | feel-good sensations |
yalnızca, tamamen, sadece | purely |
doğa bilinci, doğa farkındalığı | nature-awareness |
(i) bir fikir bulmak - bir fikirle çıkagelmek | (to) come up with an idea |
belirli stiller | certain styles |
Türkler burada. | Turks are here. |
Türkçe zor bir dildir. | Turkish is a difficult language. |
Türkler misafirperverdir. | Turkish people are hospitable. |
Suyumuz bitti. - bitmiş durumda | We have run out of water. |
Arabamızın benzini tükenecek. | Our car will run out of gas. |
Yalan uyduramayız. | We can't make up a lie. |
Burada olduğunu fark etmemiştim. | I didn't realise that you were here. |
Hayallerimizi gerçekleştirelim. | Let's realise our dreams. |
Mutluluk arayışı içindeyiz. | We are in search of happiness. |
Mutluluğun peşindeyiz. | We are in pursuit of happiness. |
akılsızca | unwisely |
Her zaman akılsızca konuşurlar. | They always talk unwisely. |
Suyu kullanıp bitirme. | Do not use the water up. |
Olağanüstü bir hızda koştu. | He ran at a fantastic speed. |
üzerine - üzerinde - akabinde - =on | upon |
Geri çekilecekler. - İstifa edecekler. - Görevi bırakacaklar. | They will step down. |
edinilmiş dil | acquired language |
yüzünden, hesabından | on account of |
çatal bıçak takımı | cutlery |
el işi | handicraft |
Genetiği değiştirilmiş ürünler | genetically modified crops |
-dığı sürece ... | so long as |
Bizim çağımızda | in our age |
nihayetinde, en nihayetinde | ultimately |
tek ebeveynler, ayrılmış ya da bir şekilde eşi ile birlikte yaşamayan ebeveyn | single parents |
hayat sigortası yaptırmak | to take up life insurance |
bir şeye katlanmak | to put up with something |
En kalıcı salgın hastalık | The most persistent epidemic disease |
ishal hastalığı | diarrheal disease |
ne yazık, vah vah | what a pity |
(Geçmişte belki) Çalmış olabilirler. | They might have stolen. |
atılan lastikler | discarded tires |
gerçek çevre sorunları | genuine environmental problems |
anıtsal - çok büyük | monumental |
çatal bıçak takımı imalatı | the manufacture of flatware |
çatal bıçak takımı | cutlery |
patlak vermek - toplumsal olay vs. | to break out |
Uçak kalkacak. | The plane is to take off. |
deney yapmak | to carry out experiment |
sonucu olarak - kaynaklanmak | to result from |
kaynaklanmak | to stem from |
kirli içme suyu | tainted drinking water |
üst toprak tükenmesi | topsoil depletion |
çoğalmak | to proliferate |
üretken yazar | prolific writer |
bol | ample |
Kendinden utanmalısın. | You should be ashamed of yourself. |
Ne utanç verici! | What a shame! |
bir çocuğa bakmak | to take care of a child |
büyük bir hayal kırıklığına katlanmak | to put up with a great deal of frustration |
sürdürülebilir yakıt | sustainable fuel |
şüpheli bir şekilde | doubtfully |
Hakkında şüphelerim var ... | I have doubts about ... |
belirsiz bir şekilde | obscurely |
önemli ölçüde | considerably |
bir görevi yürütmek | (to) carry out a mission |
sıradanlıktan görünmeze | from the ordinary to the invisible |
Yeni bir fikir ortaya çıktı. | She came up with a new idea. |
Bu kardeşlerle geçinemiyorlar. - birbirleri ile sevgisel açıdan | These brothers don't get along with. |
Bu aileler geçinemezler. - ekonomik olarak | These families can't make ends meet. |
Çabalarınız için minnettarım. | I appreciate your efforts. |
koy | bay |
Çocuklar nehir kenarında yürüyor. | Kids are walking by the river. |
Çocuklar nehrin yanı boyunca yürüyorlar. | Kids are walking along the river. |
Suyun içinde zıplama. | Don't jump in the water. |
Nehrin içine doğru atlama. | Don't jump into the river. |
Mikroskopla mikropları görebiliyorum. | I can see microbes through microscope. |
Tünelden geçelim. | Let's pass through the tunnel. |
Doğaya odaklanalım. | Let's focus on the nature. |
uzun vadede | in the long run |
Biraz para biriktirelim. | Let's save some money. |
Lütfen daha az TV izleyin. | Please watch less TV. |